1048 Pasinler Zaferi 11 Eylül 2020, 21:25

Anadolu’nun Fethinde Pasinler Savaşı’nın Yeri ve Önemi
Türk Milleti Orta Asya’da tarih sahnesine çıktıktan sonra siyasi teşekküller kurarak devlet hayatına atılmışlar ve dünya tarihinde önemli roller oynamaya başlamışlardır. Çeşitli nedenlerden dolayı gerek milattan önce gerekse milattan sonra olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerine değişik sebeplerden dolayı göç ederek buraları vatanlaştırmışlar ve bu bölgelerde devletler de kurmuşlardır. Anayurt Orta Asya’dan sonra göç edip devlet kurduğu ve coğrafyanın kaderi ile kendi kaderini birleştirdiği bu coğrafyalardan birisi de Anadolu’dur. Bu coğrafyayı sistemli bir şekilde Türk yurdu haline getiren Oğuz Türkleridir.
Esasında Anadolu’nun fethi ile Selçuklu Oğuzlarının Cend Şehrine göç etmeleri ve burada bir beylik kurmaları bir birine sıkı sıkıya bağlıdır. Başbuğları Selçuk Bey’in ölümünden sonra Türkistan’da zor duruma düşmeleri, Gazneli ve Karahanlı devletlerinin sürekli baskıları neticesinde Selçuklu Oğuzlarını yerleşebilecek ve devlet kuracakları bir yurt parçası bulmaya itti. Ancak Türkistan’daki şartların farklı yönde gelişmesi üzerine bulunan bu yurt parçasına gelmeleri Dandanakan zaferine kadar ertendi. Aslında 1040 yılında vuku bulan Dandanakan Zaferi’nden sonra gittikçe büyüyen dalgalar halinde gelişen “Büyük Oğuz Muhacereti” ve onun neticesinde Ön Asya ve Anadolu’nun fethedilmesi, asırlardır takip edilen Türk fütuhat yolundan farklı istikamette gelişecektir. Türk milletini bu yeni istikamette başarılı bir şekilde batıya sevk eden ise Oğuz boylarından birisi olan Kınık’ın başbuğları olmuştur.
Selçuklu Oğuzları, Tuğrul ve Çağrı Bey’ın idaresinde 1040 yılına kadar Horasan bölgesinde Gazneli Devleti’ne karşı istiklal mücadelesinde bulunup, bu devlete öldürücü darbeyi 1040 Mayıs ayında vurduktan sonra istiklallerini ilan ettiler (23 Mayıs 1040)[1].
Zaferin hemen ertesi günü toplanan kurultayda Selçuklular, ellerine geçirdikleri ülkeleri paylaştılar. Buna göre Çağrı Bey, Merv merkez olmak üzere Horasan’ın büyük bir kısmını ele geçirdi. Musa Yabgu ise Bust, Herat, Sistan ve uzanabildiği kadar bölgeye tayin edildi. Çağrı Bey’in oğlu Kavurd’a, Tabasayn vilayeti ile Kirman bölgesine verildi. Tuğrul Bey’in hâkimiyet sahası ise Irak ve fethedilecek batı bölgeleri olacaktı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin anne bir kardeşi olan İbrahim Yinal, Çağrı Bey’in oğlu Yakuti ve Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış onun emrinde bulunuyorlardı. Rey şehri de ele geçirilip başkent yapıldıktan sonra İbrahim Yinal Hemedan’a, Yakuti Zengan Azerbaycan taraflarına, Kutalmış ise Gürgen ve Damgan’a gönderildi[2]. Dandanakan zaferinden sonra Oğuz İli’nin 24 boyuna mensup Türkmen oymakları kütleler halinde, gittikçe artan dalgalar halinde, Sır Derya ve Maveraünnehr ülkelerini boşaltarak ağırlık merkezi Azerbaycan ile Doğu Anadolu’ya yönelen bir istikamette Ön Asya’ya geldiler.
Dandanakan zaferini müteakip Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurulmasından bir süre sonra kararlaştırılan fetih planları uyarınca batı yönünde gelişen fetihleri yürütme görevini bizzat üstlenen Tuğrul Bey, devletin başkentini Nişapur’dan Rey kentine nakletti (1043). Böylece Anadolu’da Selçuklu ordularının düzenli seferleri başlamış oldu.
Anadolu’nun fetih harekâtlarını bizzat yeni başkent Rey’den yönetmeye başlayan Tuğrul Bey, İbrahim Yinal’ı Hemedan ve İsfahan il ve yörelerinin, diğer amcasının oğulları Kutalmış ve Resul Tegin’i Hazar Deniz’i bölgesinin, öteki amcası Musa İnanç Bey’in oğlu Hasan Bey ile kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Yakuti’yi Azerbaycan’ın fethiyle görevlendirdi. Ayrıca bu Selçuklu prenslerinin buyrukları altına kalabalık Türkmen kuvvetleri de verildi[3]. İbrahim Yinal bir kaç yıl içinde Hemedan ve İsfahan bölgelerini fethettikten sonra Dicle Irmağı kıyılarına kadar harekâtını başarıyla sürdürdü. Öte yandan Kutalmış da Geylan ve Tarım bölgelerini ele geçirdikten sonra ileri harekâtına devamla Aras Irmağını geçerek Erran ve Gürcistan’a girmeyi başardı. Ardından da Bizans İmparatoru IX. Konstantin Monomakhos’un Gürcü asıllı komutanı Liparit komutasında sevk ettiği ordunun Şeddadiler’in başkenti Divin’i kuşatıp sıkıştırması sonucunda Şeddadileri savunmak amacıyla harekete geçerek Liparit’i Gence önlerinde kesin bir yenilgiye uğratıp geri çekilmek zorunda bıraktı. Öte yandan Hasan Bey’de 20.000 kişilik bir orduyla önce Eleşkirt’e geldi. Batıdaki Pasinler Ovası’nı da geçerek Erzurum bölgesinde görüldü. 1048 yılında Hasan, Van Gölü çevresine (Vaspurakan) doğru yoluna devam etti[4]. Vaspurakan’ın Bizanslı valisi Aaron, kalabalık Türk ordusu karşısında Gürcistan’ın Bizanslı valisi Kakeumenos’dan yardım sağladı. 1048 yılında Hasan Bey, Stranga denilen Yukarı Zap bölgesinde tuzağa düşürüldü. Askerlerinin bir kısmı kaçarak hayatlarını kurtarabildilerse de kendisi şehit edildi. Kaçabilen askerler, Hoy’dan Sultan Tuğrul Bey’e gönderdikleri haber ile beylerinin elim kaybını duyurdular[5].
Sultan Tuğrul Bey, Hasan Bey ve mağlup olan ordusunun intikamını almak üzere o sırada Şehrizor taraflarını itaat altına almakla uğraşan İbrahim Yinal’a Azerbaycan valiliğini vererek Anadolu seferine memur ettiği gibi Erran bölgesinin bir kısmını ele geçirmiş olan Kutalmış’ı da onunla birleşmeye ve birlikte Anadolu üzerine sefer yapmakla görevlendirdi. Bizans kaynaklarının mübalağalı olarak 100.000 asker olarak gösterdikleri bu ordunun karşısında mukavemet edemeyeceğini anlayan Vaspurakan ve İberia valileri Bizans imparatoruna göndererek yardım istediler[6]. Bu sırada Anadolu’da Selçuklu fetih hareketlerine karşı yeni Bizans hududunun dayanma noktaları Van Gölü kıyısındaki Vaspurakan kalesi, Malazgirt kalesi ve Oltu ve çevresindeki kaleler ve Anı kalesiydi[7]. Aristakes’in anlatmasına göre, “Selçuklu ordusu Türkistan’dan Anadolu üzerine hareket etti. Onların atları kartallar kadar hızlı, kaya kadar sağlamdılar. Kuşatma sırasında yayları gergin, okları keskin ve sivri idi. Onlar daima hareket halinde idiler”[8].
1048/49 tarihinde İbrahim Yinal komutasındaki çok daha ciddi bir Selçuklu akını Anadolu üzerine cereyan ederken Bizans komutanlarından Kakeumenos ise kendi görüşüne göre karşı saldırılarla Müslüman topraklarına hücum edilmesini teklif etti. Buna karşı Aaron ise kalelerde savunma yapılmasını tercih etti. Bu durumda Bizans ordusu kuvvetle tahkim edilmiş olan Pasinler Ovası’na düzenli bir şekilde çekilerek Erzurum’un doğusundaki Ordor köyünün bulunduğu ovada karargâh kurdu[9]. Burada bulunan halkı kalelere yerleştirerek beklemeye koyuldular. Bizans İmparatoruna gönderdikleri mektupta, Türk ordusunun durumu hakkında bilgi verdiler. Mektubu alan imparator, onlara yardımcı olarak Gürcü komutan Liparit’i gönderdi ve Liparit gelinceye kadar hiç bir harekette bulunmamalarını bildirdi[10].
Bu sırada İbrahim Yinal komutasındaki Türk ordusu Vaspurakan’a ulaştıktan sonra Bizans üzerine saldırdılar. Andından da burayı geçtikten sonra Pasinler Ovası(Basean)’na girmiş Eleşkirt kasabasına kadar varmış ve kaynakların bildirdiğine göre yirmi bir[11] ilçeyi ele geçirerek halkını esir etmiştir. Selçuklu ordusu çok hızlı hareket ederek ve buradan Erzurum’a kadar ilerleyerek batıda Khaldia ülkesine, kuzeyde İspir’e, Oltu bölgesi kalelerine, doğuda Arşarunik’e, güneyde Taron, Haşteank ve Khorzean bölgesine kadar ilerlemişler ve buraları ele geçirmişlerdir. Batıda Erzincan çevresine kadar yapılan akın sırasında merkezi Vican (Bican)’a ardından da Kötür’de bulunan Sembataı-berd denilen kaleye saldırdılar ve ele geçirdiler. Bölge halkı ise Vican’ın yüksek dağ ve vadilerine sığınma imkânını bulabileceklerine inanıyorlardı. Türkler yaptıkları akın sonucunda bu bölgeyi ele geçirdiler[12]. Buradan geriye Erzurum bölgesine dönmüşler ve Artze (Karaz, Kara-arz) şehrine saldırmışlardır. Grousset’e göre, birçok zenginliğe sahip olan şehir, tabyalardan mahrumdu. Bizanslı General, Artze halkını Erzurum’un surlarının arkasına çekilmeye çağırdı. Kendi kahramanlıklarına güvenen halk bunu reddetti. Türk ordusu buraya varınca, halk karşı koymak için ortaya çıktılar. Şehir halkı kendini savunarak şiddetli bir savaş vuku buldu[13]. Urfalı Mateos ise Artze (Karaz) savaşını daha değişik bir şekilde yorumlamaktadır. Ona göre; “... Bu sırada Türkler, çok nüfuzlu meşhur şehre geldiler. Onlar, şehrin surlardan mahrum bir vaziyette ve lakin sayısız erkek ile kadın ve hesapsız altın, gümüş ile dolu buldular. Şehir halkı Müslüman askerleri görünce ittifakla onlara karşı geldiler. Şehrin etrafında şiddetli bir muharebe vuku buldu. Muharebe hemen bütün gün devam etti ve tarlalar kanla boyandı. Bu arada şehri koruyan askerler firar ettikleri için şehir kolayca Türklerin eline geçmiştir”[14].
Türkler, bu sefer sırasında Pasinler Ovası’nın ve Erzurum’un boş yerlerini doldurarak bölgenin dört bir köşesini ele geçirmişlerdir[15]. İbrahim Yinal tarafından kumanda edilen Türk ordusu, Bizans ordusunun üzerine yöneldi. Bizans kuvvetleri ise Liparit’in kendilerine katılmasından sonra Pasinler Ovası’na inebildiler ve Kapetru (Hasankale) kalesinin yanına karargâhlarını kurdular. Bu arada Türk ordusu da Kapetru önlerine geldi (18 Eylül 1048/49)[16]. Bizans komutanları arasında Türk harekâtına karşı alınacak tavır üzerinde tam bir fikir birliği olmadığından dolayı nasıl hareket edeceklerini bilemiyorlardı. Türk ordusunun görülmesi ezerine komutanlardan Kakeumenos hemen hücum etmek istedi ise de Gürcü komutan Liparit bu fikre karşı çıktı. Onların bu tereddütleri dolayısıyla ümidi artan Selçuklu başbuğu, Türk ordusuna hücum emrini verdi. Nihayet akşama doğru savaş başladı ve yapılan savaşta Bizans ordusu mağlup oldu.
Kaynaklar bu savaş hakkında farklı farklı yorumlar yapmaktadırlar. Bu kaynaklardan Grousset, “... Liparit atını ileri sürerek Türklerden yiğit diledi. Türkler, onun etrafını sararak atının bacaklarını kestiler. Gürcü askerler komutanlarına gereken desteği vermediklerinden dolayı o, Türkler tarafından esir edildi”[17] yorumunu yapmaktadır. Brosset ise, “... Türkleri uzaklaştırmaktan dönen Bizanslı komutanlar Liparit’i beklemeye başladılarsa da onu göremediler. Onlar bu şekilde beklerken Liparit ile birlikte savaşa giren askerlerden birisi gelerek, Bizanslı komutanlara, onun yenildiğini ve esir alındığını haber verdi. Bu olaya üzülen komutanlar Vaspurakan’a geri döndüler[18]” bilgisini vermektedir. Aristakes ise bu konuda şunları söylemektedir; “... Liparit, Katakalon ve Aaron’un yardımına geldi. Ancak onların arasında anlaşma yoktu. Savaş başlarken Aaron kendi adamlarıyla savaş meydanını terk etti. Bu olay, Türk ordusunun cesaretini artırdı. Onlar, Allah’ın adını anarak bir birlerini savaşa teşvik ederek, Liparit ve onun askerlerini kuşattılar. Türkler, onların bir kısmını mahvettiler ve büyük ganimet elde ettikleri için çok sevindiler”.[19]
Urfalı Mateos ise Pasinler Savaşı hakkında daha farklı bilgiler vermektedir; “... Diğer taraftan Grek askerleri Şarka geldikleri vakit, Gamen ile Aaron ve Vasak’ın oğlu Grigor’u ve Gürcü prensi Liparit’i yanlarına çağırdılar. Onlar Arçovit denilen yerde Gabutru denilen kaleye geldiler. Onların ilerlediğinin haberini alan Türkler durdular. Romalılar ise Arçovit’te karargâh kurdular. Müslüman askerler Liparit’in üzerine geldiler. Liparit, kız kardeşinin oğlu olan Çortuanel’ı onlara karşı gönderdi. Müslümanlar geceleyin taarruza geçtiler. Gürültü esnasında Liparit, “yetiş Müslüman askerleri bizi ihata ediyorlar” diye seslendiğini işitti. Bunun üzerine Liparit, “Bu gün Cumartesi günü olup, Gürcülerin muharebeye alınma sırası değildir” diye cevap verdi. Çortuanel ise atılan bir ok ile öldü. Liparit, yeğeninin öldüğünü haber alınca savaşın içine atıldı. Bunu gören Romalı askerler onu kıskandıklarından dolayı savaş meydanını terk ettiler. Bunu gören Müslüman askerler, Gürcülerin üzerine hücum ettiler. Savaşın şiddetli anında arkasında bulunan bir Gürcü askeri, kılıcıyla atının ayaklarını kesti. Liparit yere düştü ve Liparit benim diye bağırdı. Müslümanlar, Gürcü askerlerinin birçoğunu kılıçtan geçirdiler, kalanlarını ise kaçmaya mecbur ettiler. Onlar, Liparit’i esir ederek Sultan Tuğrul Bey’in yanına götürdüler”[20].
İslam kaynaklarından İbn u’l Esir’de ise Pasinler Savaşı’nın nedeni ve gelişimi daha değişik şekilde anlatılmaktadır; “Maveraünnehr’de bulunan Oğuzların büyük bir kısmı İbrahim Yinal’ın yanına gelmiş, bunun üzerine İbrahim Yinal onlara, sizin burada kalmanız ve ihtiyaçlarınızı buradan karşılamanız dolayısıyla ülkem sıkıntı içine düştü. Bana kalırsa yapacağınız en doğru hareket Rumlara karşı gazaya çıkıp Allah yolunda gaza etmenizdir. Böylece ganimette elde edersiniz. Bende sizin peşinizden gelip yapacağınız işlerde size yardımcı olacağım” demiş. Onlar da bu sözleri kabul ederek Anadolu üzerine sefere çıkmışlardır.
Oğuzlar, İbrahim Yinal’ın önünden ilerlediler ve İbrahim Yinal da onları takip etti. Malazgirt’ten Erzen-i Rum (Erzurum)’a kadar ilerlediler. Trabzon’a ve o bölgedeki bütün şehir ve kasabalara kadar uzandılar. Bu sırada Rumlar (Bizanslılar) ve Abhazlardan müteşekkil elli bin Kişilik bir orduyla karşılaşıp savaşa tutuştular. Aralarında zorlu bir savaş cereyan etti. Sonunda Türkler kesin bir savaş kazandılar. Abhaz kralı Liparit de esir edilenler arasındaydı. İstanbul’a on beş gün kalıncaya kadar o bölgedeki bütün şehir ve kasabalara akın yapıldı. Sayılamayacak kadar çok hayvan, katır, ganimet ve mal ele geçirildi. Ele geçirilen ganimetler on bin arabayla taşındı. Ganimetler arasında çok sayıda zırh vardı”[21].
İbrahim Yinal, Liparit’i esir etmesinden dolayı sevinçli bir halde beş günlük cebri bir yürüyüşten sonra Rey’e geldi. Gürcü generalin esir edilmesi ve kazandığı zaferini sultan Tuğrul Bey’e bildirmek üzere haberciler gönderdi. Tuğrul Bey’de bu haberi öğrenince çok memnun oldu. Diğer taraftan Bizans imparatoru, Liparit’in esir edildiğini öğrenince, serbest bırakılması için hemen girişimde bulundu[22]. Bu arada Tuğrul Bey, başarısından dolayı İbrahim Yinal’ı kutladı ve bu başarıdan dolayı kırk bin altın ödül vermek istedi ise de İbrahim Yinal bunu kabul etmedi[23]. Diğer taraftan Bizans imparatoru önceden Bizans tabiiyetinde bulunan ve şimdi Sultan Tuğrul Bey’in tabiiyetine girmiş bulunan Diyarbakır Mervani Emiri Nasru’d-Devle’nin tavassutu ile sulh teşebbüsünde bulundu. Prof Dr. Osman Turan, barış anlaşması konusunda; “İmparator Konstantinos, Balkanlar’da Trak başbuğluğunda başlayan Peçenek harekâtı dolayısıyla doğuda Selçuklular ile anlaşmak zorundaydı” yorumunu yapmaktadır[24].
Selçuklu Sultanı kendisine çok değerli armağanlar getiren, Bizans elçisini Şeyhülislam Ebu Abdullah ile birlikte huzura kabul etti. Bizans İmparatoru’nun gönderdiği kurtuluş akçasını almayarak onu elçiye teslim etti. İmparator’un barış önerisini kabul eden sultan Tuğrul Bey, Bizans ile imzalanacak olan barış anlaşmasını konuşmak ve imzalamak için Şerif Ebu’l -Fazl Nasr’ın başkanlığındaki bir heyeti Bizans elçisiyle birlikte İstanbul’a gönderdi (1049/1050). Konstantınos ile Selçuklu elçilik heyeti arasında yapılan birçok müzakereler sonucunda anlaşmaya varılmıştır. Yapılan anlaşmanın şartları ise şunlardır:
1- Emeviler zamanında Mesleme b. Abdulmelik tarafından İstanbul’da yaptırılan cami ve medrese tamir edilecek.
2- Şii Fatımi halifeliği adına okunan hutbe, Abbasi halifesi ve Selçuklu Sultanı adına değiştirilecektir.
3- Caminin mihrabına, eski Türk hâkimiyet alameti olan ve Sultan Tuğrul Bey’in kullandığı “ok ve yay” işaretleri işlenecekti[25].
Gürcü komutan Liparit ise başkent Rey’den bir daha Türklerle savaşmamak üzere güzel anılarla geriye döndü.
Bu savaş Selçuklu İmparatorluğu ile Bizans İmparatorluğu’nun yaptıkları ilk ciddi savaştır. Savaşın asıl önemli tarafı, Bizans’a karşı ilk defa büyük çapta bir zaferin kazanılmış olmasıdır. Türk orduları bu savaşla Erzincan bölgesine kadar uzanmışlardır. Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen’e göre; “Bu suretle Bizans İmparatorluğuna karşı duyulan çekingenliğin ve Bizans ordusunun mağlup edilemeyeceği telakkisi böylece Selçukluların zihninden silindiği söylenebilir[26]” yorumunu yapmaktadır.
Gerçekten de Pasinler Savaşı, Anadolu’nun fethinde önemli bir dönüm noktasıdır. Türk ordularının Anadolu’da yaptıkları ilk ve en büyük savaşlardan birisidir. Bu zaferle Anadolu’nun kapıları ardına kadar açıldı. Çünkü bu zaferin hemen arkasından Türk boyları yeni fethedilmeye başlayan Anadolu’da yerleşmeye ve iskâna başladılar. 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferine kadar Batı Anadolu bölgesi hariç bütün Anadolu fethedildi.
[1] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 103 vd.
[2] Süleyman er-Ravendi, Rahat-üs-Sudur ve Ayet-üs-Sürur, çvr. Ahmed Ateş, Ankara 1957, I, s. 102–103.
[3]Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul 1944, s. 44; Ali Sevim, Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara 1995, s. 34.
[4] Enver Konukçu, Selçuklulardan Cumhuriyete Erzurum, Ankara 1992, s. 9; Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara 1993, s. 50.
[5] Brosset, M., Histoire de la Georgia, St. Petersburg 1849, s. 222; Grousset, Rene, Histoire de L’Armenia, Paris 1947, s. 587, Konukçu, Erzurum, s. 9.
[6] Mateos, Vakayiname, s. 85; Yinanç, Türkiye Tarihi, s. 44–45.
[7] Grousset, Georgia, s. 588.
[8] Aristakes, Aristakes Lastivertc’i’s History, New York 1985, s.18.
[9]Grousset, Histoire de L’Armenia, s. 588, Brosset, Georgia, s. 222.
[10] Brosset, Georgia, s. 222–223, Konukçu, Erzurum, s. 9–10.
[11] Aristakes’e göre yirmi dört bölgeyi. Bkz. Aristakes, Aristakes Lastivertc’i’s History, s. 18.
[12]Grousset, Histoire de L’Armenia, s. 588; Erns Honıgmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı, Çvr. Fikret Işıltan, İstanbul 1970 , s. 177-178; Aristakes, Aristakes Lastivertc’i’s History, s. 18 vd., Cahen, C; Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi, Çvr. Y. Yücel, B. Yediyıldız, Ankara 1988, s. 12.
[13] Grousset, Histoire de L’Armenia, s. 588.
[14] Mateos, Vakayiname, s. 86–87.
[15] Aristakes, Aristakes Lastivertc’i’s History, s. 18.
[16] Brosset, Georgia, s. 223; Grousset, Histoire de L’Armenia, s. 589, Konukçu, Erzurum, s. 10.
[17] Grousset, Georgia, s. 589.
[18] Brosset, Armenia, s. 223.
[19] Aristakes, Lastivetsi, Aristakes Lastivetsi’nin Hikayeti, Moskova 1968, s. 94.
[20] Mateos, Vekayiname, s. 89–90.
[21] İbn u’l Esir, El-Kamil, C. IX, s. 414–415.
[22] Brosset, Georgia, s. 225.
[23] Sevim, Anadolu’nun Fethi, s. 52.
[24] Turan, Selçuklular Tarihi, s. 82.
[25] Sevim, Anadolu’nun Fethi, s. 52.
[26] Köymen, Selçuklu İmparatorluğu, s. 247
Anadolu’nun Fethinde Pasinler Savaşı’nın Yeri ve Önemi
KÜNYE
Ahmet TOKSOY
Lisans eğitimini 1991 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde tamamladı. “Karazdan Otlukbeline Savaşlar” adlı tezi ile doktora eğitimini tamamladı. Yazar, halen Adnan Menderes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.